1. Allah  (Allah’ın [Celle Celâluhu] özel ismi):

 

Diğer bütün isimler, Allah (c.c.) isminin adeta sıfatı durumundadırlar. Allah (c.c.) lafzı, bütün güzel isimlerin anlamını kendisinde toplamıştır. Bir insan Allah (c.c.) demeye   başladığında ayrıca Allah’ın (c.c.) bütün güzel isimlerini de zikrediyor sayılır. Bundan dolayı tarikatların hemen hepsi zikirde Allah (c.c.) kelimesini temel almışlardır. Bu nedenle zikirlerin en güzeli “Allah” ile yapılır.

 

İslam bilginlerin çoğuna göre Allah (c.c.) kelimesi herhangi bir kökten türememiştir. Her ne kadar bazı İslam bilginleri Allah (c.c.) lafzının çeşitli kelime köklerinden türediğini iddia etse de yaygın kanaat bunun kök halinde bulunan bir kelime olduğudur.

 

İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s), Allah (c.c.) lafzının Arapça elif, şeddeli lam ve he seslerinden oluştuğunu belirtmektedir. Kelimenin kökünün bir zamir olan ve “O” anlamına gelen “He (Hüve)” olduğunu söylemektedir. Baştaki elif ve şeddeli lamın ise nekre (belirsiz) olan isimleri marife (belirli) yapan takılar olduğunu ifade etmektedir. Zaten doğal olarak belirli yapıda olan bir zamirin başına belirsiz isimleri belirli yapan böyle iki tane ekin gelmesinin bir işlevi olduğunu iddia etmektedir: Ona göre bunlarla Allah (c.c.) kelimesinin ifade ettiği anlamın tam olarak bilinemeyeceği, kavranamayacağı, anlaşılamayacağı vurgulanmak istenmektedir.

 

Allah (c.c.) kelimesinin lafız (harf, ses) yönü hadistir, yani ezeli olmayıp sonradan ortaya çıkmıştır. Ama Allah (c.c.) kelimesinin anlamı ezeli ve ebedi olan Allah’a (c.c.) aittir. Bu kelimenin zikrinden de amaçlanan şey ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) rızasıdır. Allah (c.c.) bu büyük isminin zikrine rızasını saklamıştır. İnsan Allah’ın (c.c.) bu güzel ismini zikrederken Allah’ın (c.c.) zatını zikretmiş olur. Çünkü sadece Allah (c.c.) güzel ismi  yüce Allah’ın (c.c.) zatına işaret etmektedir. Allah’ın (c.c.) diğer güzel isimlerini zikirle ancak sıfatlarını tanıyabiliriz. Sıfat tecellisine ulaşabiliriz. Allah (c.c.) lafzını zikir ise en büyük tanımayı, zat tecellisini sağlar.  Tasavvufta en ileri makamlar ancak zat tecellisi ile mümkün olur.

 

Türkçe’deki “tanrı” sözcüğü, Arapça’da “ilah” anlamına gelir. Tanrı, Allah (c.c.) özel ismin yerini tam olarak tutamaz. Çünkü Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.) zatını bu isimle adlandırmıştır. Özel isimler bilindiği üzere yabancı bir dile çevrilemezler.

 

İslamiyet’ten önce Araplar putlarına ve insanlara Allah (c.c.) ismini takmazlardı. Allah (c.c.), o zaman da sadece O’na has bir isimdi.

 

Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.) Kendi zatını en çok “Allah (c.c.)” kelimesi ile anmıştır. Bu kelime kutsal kitabımızda 2697 yerde geçmektedir.

 

Büyük dinlerin hepsinde yaratıcı Allah (c.c.) inancı kendisini gösterirken Budizm’de Allah (c.c.) inancının olmayışı dikkati çeker. Buddha’nın yaşamını incelediğimizde onun bir peygamber olarak kavmine gönderildiğine, getirdiği dinin sonradan bozulduğuna dair güçlü deliller bulunmaktadır. Ama yine de kutsal kitabımızda ve hadis-i şeriflerde peygamberliği belirtilmediği için bu konuya ihtiyatla yaklaşmak gerekir. O’nu bir peygamber olarak nitelemek doğru değildir.

 

Bu dine inananlar yaşamlarında Nirvana’ya ulaşmaya çalışırlar. Nirvana, insanların bütün bencil isteklerinden, özellikle ihtiraslarından, şehvetlerinden soyutlandıktan sonra hiçlikte kendilerini kaybetmeleridir. Nirvana bir tür manevi makam adıdır. Tasavvuftaki fenafillah halini andırsa da aralarında öncelikle mahiyet farkı vardır. Budizm’in temelinde Allah (c.c.) inancının olmayışı en temel ayrımdır. Tasavvufta amaç Allah’a (c.c.) ulaşmak iken Budizm’de ihtiras, öfke ve şehvet gibi bizi dünyaya bağlayan bağlardan kurtulmaya çalışan bir Budist özüne, ruhuna ulaşmaya çalışır. Tabii şeytanın düşmanlığını unutan bir din kurtla kuzunun dostluğu gibi bir aldanışa düşer. Kısa bir zamanda çeşitli günahların bataklığına düşebilir.

 

Bir hak din ne kadar bozulsa da bu bozulma nasıl olur da Allah inancını yitirecek dereceye kadar ulaşabilir? Aynı soruyu bir başka biçimde şöyle sorabiliriz: Budizm, şayet hak bir din ise, yani tıpkı Hıristiyanlık ve Yahudilik dinleri gibi başlangıçta Allah (c.c.) tarafından gönderilen tevhit temeline dayanan bir hak din ise Allah (c.c.) inancını yitirecek kadar nasıl deforme olabilmiştir? Ben bu sorunun cevabının Budizm ile Hinduizm’in (Brahmanizm’in) birbirleri ile çatışmasında gizli olduğunu  sanıyorum. Hinduizm her ne kadar çok tanrılı bir dinse de yaratıcı tek Tanrı’nın çeşitli izlerini de bağrında taşımaktadır. Hinduizm’in Hindistan’daki toplumları birbirinden kopuk kastlara ayırıp üst sınıftakilerin alttakileri olanca zulmüyle ezdiği, sömürdüğü bir devrede iken hak bir din olarak Budizm’in gönderildiğini düşünmekteyim. Budizm, Hinduizm’e tepki olarak dikkati insanın bu dünyaya aşırı bağlanmasının yanlışlığına çekmişti. Hinduizm mevcut kastlı toplumsal düzenin yaratıcı Tanrı tarafından meşru kılındığı düşüncesine dayanıyordu. Onun için Budizm tahrif edilen bir din durumuna dönüşürken mevcut kastlı toplumsal düzenle aynı anlama gelen yaratıcı Tanrı kavramına yer vermemeyi tercih ediyordu. Bu durum zamanla yaratıcı Tanrı kavramını dini terminolojiden atmaya kadar sürdü. Hinduizm ise yaratıcı Tanrı kavramı yanında başka tanrılarla kastlı toplumsal düzeni birleştirip pekiştirdi. Tanrıların böyle bir toplumsal düzeni yarattığını ve onayladığını savundu. Budizm yaratıcı Tanrı kavramı yerine Nirvana gibi insanın içsel dünyasında kastlı toplumsal düzenden, ihtiraslarından ve şehvetlerinden koptuğu manevi bir makamı ilah yerine koyarak Buddha’nın manevi kişiliği ve heykeli ile birleştirdi. Birbiriyle çatışma halinde olan her iki din de batıl istikametlerde birbirlerini itip durdular. Sonunda Budizm’de yaratıcı Tanrı inancı tamamen silindi.

 

Bazı insanların, Müslüman anne-babalarının yada Müslümanların yanlışlarına ve günahlarına bir tepki olarak dinden soğumaları ve soyutlanmaları gibi Budistler de Hinduistlere bir tepki olarak dinlerinde Allah (c.c.) inancına yer vermemişlerdir.

 

Allah (c.c.) bizden Kendi’sini her sıfat ve güzel ismi ile tanımamızı, lafza-i celâlini (yani Allah kelimesini) daima zikretmemizi istemektedir