17. el-Vehhâbu (her şeyi karşılıksız bağışlayan, veren):

 

Bir insanın diğer bir insana yaptığı iyiliğin, iyiliklerin mutlaka bir karşılığı vardır. İnsan çıkarsız hareket etmez. Tabii Allah (c.c.) rızası için yapılan iyilikler bundan müstesnadır. Oysa Allah (c.c.) kullarına karşılıksız verir. O’nun asıl büyük lütfu ahirette müminler için cennette tecelli edecektir. Orada insanın hayal bile edemeyeceği nice nimetler müminleri beklemektedir. Uykunun, ölümün, çirkinliklerin ve kusurların olmadığı o ebedi hayatta Allah (c.c.) müminlere öyle büyük nimetlerle ihsanda bulunacak ki bunları burada saymanın bile imkanı yoktur.

 

Dünya hayatı bir sınav yurdu olması dolayısı ile insanlar miras ve armağan gibi yollar dışında Allah’ın (c.c.) nimetlerine meşru biçimde ancak çalışma ve emek ile  sahip olmaktadırlar. Sonuçta insanın bir malı yada parayı çalışma ve emek yolu ile elde etmesi de Allah’ın (c.c.) ihsanıyla olmaktadır. Buna şükürde bulunmak her insanın ödevidir.

 

Bazıları da başkalarına ait mal ve parayı haksız yollarla ele geçirirler. Bunlar Allah’ın (c.c.) el-Vehhâb güzel isminin anlamını bilselerdi ilgili yanlış yola girmezlerdi. Zira Allah (c.c.) kullarına hem bu dünyada hem de ahirette karşılıksız ikramlarda bulunur.

 

Cennette çalışma ve emek olmadan Allah’ın (c.c.) ihsanı ile insanlar nimetlere doğrudan ereceklerdir. Orada herkes iyi ameline göre ödüllendirilecektir.

 

El-Vehhâb güzel ismi ile kula düşen görev, insanlara Allah (c.c.) rızası için iyilik etmektir. Hediye vermektir. Bunu bir güzel ahlak olarak kazanmaktır.