20. el-Alîmu (her şeyi bilen):

 

Allah (c.c.) bu güzel ismi ile insanda onu diğer varlıkların en şereflisi kılacak bir biçimde tecelli etmiştir. İnsanı bilgi sahibi olacak donanımlarla  yaratmıştır. İnsan akıl ve duyu organları yolu ile bilgiye ulaşmaktadır. Bilgilerini sınıflandırmakta, karşılaştırmakta, bu yolla yeni bilgilere de sahip olmaktadır.

 

Allah’ın (c.c.) bilmesi için ne duyu organlarına ne de akla ihtiyacı yoktur.

 

Allah (c.c.) her şeyi aynı anda bilir. O’nun bilmesine bir sınır çizilemez. Hiçbir şey O’nun ilminin dışında değildir.

 

Allah (c.c.) mutlak olarak bilir. Örneğin bir sanat eserini gözlemleyerek elde ettiğimiz bilgi ile onun sanatçısının bu konudaki bilgisi mukayese bile edilemez. Elbette sanatçının eserine ilişkin bilgisi herkesten üstündür. İşte yüce Allah (c.c.) her şeyi bir yaratıcı olarak bilir, kimse hiçbir şey hakkında O’nun kadar bilemez. Ayrıca her şey de her an ilmi altında olduğu için bu bilgisi mutlaktır. Zamanla değişmez.   

 

Allah’ın  (c.c.)  bilmesi ezeldedir. O daha yaratılmamış olan insanların kimler olduğunu, onların ömürlerini nasıl geçireceğini, yaşamlarının en ince ayrıntısına kadar bilmektedir. Ama Allah’ın (c.c.) bilmesi, kulun kaderini bildiğine zorlaması anlamına gelmemektedir. Allah (c.c.) her kula verdiği kısmi irade ile eğri ile doğru yolu ayırma ve bunlardan birisini seçme özgürlüğü tanımıştır. Tanınan bu özgürlükten dolayı insan, yaptığı iş ve eylemlerinden ve söylediği sözlerinden sorumlu tutulmuştur.

 

 Levh-i Mahfuz’a Allah (c.c.) ezeli bilgisini yazmasına karşın her insana verdiği Kiramen Katibin Melekleri ile de onun amellerini ve sözlerini tutanağa geçirmektedir. Bu görevli meleklerin yazdığı şeyler ile Levh-i Mahfuz’daki bilgiler arasında hiçbir zaman bir farklılık oluşmayacaktır. Allah (c.c.) hiçbir kulun kaderine karşı ahirette içinde bir itiraz etme gereksinimi duymaması için bu görevli meleklerle amellerini ve sözlerini kayda geçirmektedir.

 

İçinde bulunduğumuz çağda insanlar ulaştıkları medeniyet seviyesi ile çok şey bilmektedirler. Bu bilgileri ile çağlarının bilim çağı, dinin de eski çağlarda gereksinim duyulan bir alan olduğunu söylemektedirler. Oysa insanın bilmekle övündüğü şeyler, Allah’ın (c.c.) yarattığı çeşitli doğa yasaları ile çeşitli doğa olaylarının nedenleridir. Bunların maddeye uygulamaları sonucu ortaya çıkan teknoloji ile yaşamının kolaylaşması karşısında çağdaş insan kendisini kaybedip şımarmış, Allah’la (c.c.) dinle ilgili ileri geri konuşmaya başlamıştır. İnsanın bildiği şeyler, ancak Allah’ın (c.c.) yoktan yarattıklarının bir kısmıyla sınırlıdır. Bunlardan da tam bir bilgiye erişmesine olanak yoktur.  Teknoloji ile ortaya çıkan ürünler, bir yoktan yaratma değil sadece mevcut bilgi ve maddelerden bir meydana getirmedir. İnsanın Allah’ı (c.c.) bir tarafa bırakıp bilime, teknolojiye manevi dünyasında bir ilah gibi yer vermesi düpedüz bir sapkınlıktır.

 

El-Alîm güzel ismi ile kulun üzerine düşen görev, Allah’ın (c.c.) ilmiyle kendisini kuşattığını, kalbindeki duyguları, zihnindeki düşünceleri bildiğini her zaman tefekkür etmektir.