25. el-Mu’izzu (şeref, haysiyet ve namus yüceliği veren):

26. el-Müzillü  (kulun yaptığı günahlar sonucu toplumdaki şeref, haysiyet ve namus gibi değerlerini lekelemesine izin veren, elinden alan):

 

Şeref, haysiyet ve namus gibi manevi kavramlar para ile satın alınamazlar. Bunlar Allah’ın (c.c.) Müslümanlara dünyada verdiği manevi armağanlardır. Bir Müslüman’ın manevi kişiliği bu kavramlardan oluştuğu için o muhteremdir. Her türlü saygıya değerdir. Hiçbir biçimde incitilmemelidir.

 

İnsanın şeref, haysiyet ve namusunun en büyük düşmanları iftira ve dedikodudur. Dinimiz bu ikisini büyük günahlardan saymıştır. Dedikoduya gıybet de denir.

 

Hiçbir Müslüman’ın diğer bir Müslüman’ın arkasından  hoşlanmayacağı şeyleri konuşması doğru değildir. Bu gıybettir. Gıybet büyük günahlardandır.

 

Gıybet günahını işleyen kişi, genellikle kendisini savunmak amacıyla, ben bunları onun yüzüne karşı da söylerim, diyerek kendisine bir haklı gerekçe bulmaya çalışır. Ama yine de yaptığı şey, bir gıybettir, Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle “Ölmüş kardeşinin cesedini dişlemek (Hucuret suresi, ayet 12)”ten ibarettir. Gıybetini yaptığı kişinin günahını yüklenmektedir. Kul hakkı olduğu için kişi tövbe etse de ahirette, oğlun babasından-annesinden kaçtığı, herkesin kendi derdine düştüğü, kimsenin kimseye yardım edemeyeceği  o sıkıntılı günde, gıybetini yaptığı kişiye sevaplarını verecek veya onun günahlarını üzerine alacaktır.

 

Dünyada hiçbir yasa ve ahlak kuralı böyle güçlü bir yaptırımla insan şeref, haysiyet ve namusunu koruma altına almamıştır. Buna güç de yetiremeyecektir. Çünkü insanların çenesini ancak din gibi güçlü bir kurum etki ve baskı altına alabilir. Belki de İslam’ın şeref, haysiyet ve namusa gösterdiği bu özen ve titizlik tüm insanların gelecekte bu dine girmeleri için bir vesile olacaktır. Çünkü insanlar, devrimleri ve toplumsal değişimleri hep insan hak ve özgürlükleri lehine yapmıştır. Dünya tarihine baktığımızda bugüne değin pek çok büyük inkılabın ve toplumsal değişimin gerçekleştirildiğini görürüz. İnsanlık bu konuda hep ileriye doğru gitmiştir. Örneğin Fransız İhtilali sonucu ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde insanlar yasalar önünde eşitlik gibi büyük bir hakka kavuşmuşlardır. Dünyada köleliğin kaldırılması da böyle büyük adımlardan birisidir.

 

Gıybet bu tür bir inkılapla ve toplumsal değişimle ortadan kaldırılamayacak bir durumdadır. Çünkü insan doğasının (nefsinin) zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Ceza yasalarının da bu konuyu çözemeyeceğini düşünüyorum. Tüm insanlar adeta İslam dininin gıybet hükmüne susamış gibidir.

 

Müslüman’a şeref, haysiyet ve namus güvencesini veren dinidir. İslam dini emir ve yasakları ile kişiyi hem bu dünyada hem de ahirette yüceltir.

 

Bir Müslüman şerefini, haysiyetini ve namusunu İslam’ın emir ve yasaklarından alır. Dinine sahip çıkan bu değerlere de kavuşur. Onun emir ve yasaklarını çiğneyen manevi kişiliğinde ilgili değerlere zarar verir.

 

Dinin direği namazdır. Bunun içindir ki yüce Allah (c.c.) dinin direğine saygı göstermeyenleri şöyle tehdit etmektedir: “Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zayi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar azgınlıklarının cezasını bulacaklardır (Meryem suresi, ayet 59).”  Kuşkusuz bu cezanın başında dünyada iken şeref, haysiyet ve namusunu kaybedip zelil duruma düşmek, hor ve hakir görülmek gelir. Ahirette ise can yakıcı bir ateş azabı vardır.

 

El-Mu’izz, el-Müzill güzel isimleri ile insana düşen görev, şeref, haysiyet ve namus gibi manevi değerlerinin güvencesini İslam dininde aramaktır. İslam’dan uzak bir yaşantı biçimi bir insan için bütün manevi değerlerinin ayaklar altına alınması anlamına gelir.