31. el-Latîfu(lütfu bol olan; ince, derin anlamları bilen; latif varlıklara hükmeden):

 

Bu ismin gerçek anlamını kavrayabilmek için insanın şükreden bir kul makamına ulaşması gerekir. Şükür, Allah’a (c.c.) sonsuz bir minnettarlık duygusu duyarak elindeki nimetleri başkaları ile paylaşmakla gerçekleşir. Allah’a (c.c.) asi olan bir insanın temel sorunu şükürsüzlüktür. Böyle biri, ana-babasına, ailesine, hısım ve akrabasına, mesleğine, topluma karşı da aynı veya benzer bir tavırla asi bir ruha sahiptir. Sürekli haksızlıktan, sömürüden, ayrımcılıktan, bozuk düzenden dem vurur durur. Hayatı hep şikayetlerle  ve isyanlarla geçer. Bu sözlerimizle bir Müslüman’ın hayatından memnun olması ve bozuk düzene, yanlış işlere karşı çıkmaması gerektiğini iddia etmiyoruz. Elbette İslam, dünya ve ahiret mutluluğu için çalışan bir dindir. Ahiret mutluluğu kadar dünya yaşamının huzurlu ve verimli geçmesine de önem verir. Bir Müslüman’ın mükemmele ulaşma yolunda kendinden ve toplumdan hiç memnun olmaması, sürekli eleştirel bir gözle eksikliklerini ve yanlışlarını görüp düzelterek topluma örnek olması ve toplumu etkilemesi de gerekir. Ama bir de bu işin şükür makamı vardır. Müslüman birisi üzerindeki nimetleri düşünerek Allah’ın (c.c.) lütuflarına da daima şükretmelidir. İşte bu makam ki bizi ehl-i dünya (ahiret karşısında dünyayı tercih eden) adını verdiğimiz insanlardan ayırmaktadır.

 

“Allah kullarına büyük lütuf sahibidir (Latîf’dir). Dilediğini rızıklandırır (Şûrâ suresi, ayet 19).” Allah (c.c.) her kuluna sınırsız nimetlerle lütfetmektedir: Öyle ki Allah’ın (c.c.) üzerimizdeki nimetlerini saymaya kalksak bunda aciz kalırız. Bu nimetlere karşı Allah’ın (c.c.) bizden istediği kulluk görevleri de aslında en büyük lütuflarıdır. Öyle ki bunlar, dünya nimetleriyle kıyaslanmayacak bir değere sahiptirler. Allah’a (c.c.) bütün bu lütuflarına karşı içten bir şükür de büyük bir nimettir.  İnsan asıl bu şükür nimetinin karşılığını nasıl ödeyeceği konusunda büyük bir şaşkınlık yaşar.

 

Allah’ın (c.c.) el-Latîf güzel ismi bir başka anlam daha taşır: “Gözler O’nu göremez. O bütün gözleri görür. O Latîf’dir, Habîr’dir (En’am suresi, ayet 103).” Allah (c.c.) her şeyin künhünü bilir; en katı maddelerin, yeryüzünün bilinmeyen derinliklerin iç yüzüne vakıftır. Hiçbir şey O’na kapalı değildir. Her şey latif (şeffaf) bir cisim gibi O’nun önündedir. Gözlerin algılamaktan uzak olduğu şeyler O’nun için apaçık bir özelliğe sahiptir. Ayrıca her fiil onun iradesi ile meydana gelir. Başımıza gelen kötü işlerde bazen bizim algılayamadığımız nice hayırlı incelikler olabilir. Bunlar Allah’a (c.c.) aydındır.

 

Allah’ın (c.c.) el-Latîf güzel isminin bu iki farklı anlamını birbirinden ayrı düşünmek doğru değildir. Bu isimle Allah’ın (c.c.) gözlerden saklı olan sayısız nimetleri düşündürülmek istenmektedir.

 

            Allah’ın (c.c.) el-Latîf güzel isminin bu ikinci anlamıyla duyu organlarından gizlenmiş yaratıklarına da işaret olunmaktadır. Melekler ve cinler  bu latif varlıkların en başlıcalarıdır. “O yarattığı varlıkları bilmez mi? O Latîf’dir, Habîr’dir (Mülk suresi, ayet 14).”

 

            Cinler bizler gibi imtihana tabi tutulan varlıklardır. İnançsız olanlarına şeytan denir. İnsanlarla tek taraflı iletişime geçerler. Ona vesvese verirler. Düşüncelerini yönetebilirler. Bazı insanlar cinlerin bu vesveselerini bilinçli olarak hissederler, algılarlar. Bunlara medyum denir. Ama cinler her insana telkinde bulunabilir, bunun medyumlar dışında kimse farkında bile olmaz.

 

            Bazı televizyon programlarında sıkça sunulduğu üzere madde âleminde hiçbir sebep olmadan meydana gelen değişimler, örneğin kaşığın bükülmesi, masanın havaya kalkması, çeşitli maddelerin kesilmesi cinler aracılığı ile yapılır. Bunların insandaki saklı olan güçle, enerji ile hiçbir ilgisi yoktur.

 

            İnsanda hayali bir gizil güç olduğu masalı ile yanlış bir itikat yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Çünkü inancımıza, Ehl-i sünnet itikadına göre insanda hiçbir güç ve kudret yoktur. Güç, kudret Allah’a (c.c.) aittir. İnsan yaptığından ettiğinden sorumlu olmakla beraber Allah’tan (c.c.) aldığı güçle, kudretle  iyi veya kötü fiillerini gerçekleştirir. Allah (c.c.) iyi amellerden razıdır, kötü olanlarından razı değildir.

 

            Yine bu cinler vasıtasıyla insanda bir de altıncı his olduğu masalı yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Kuşkusuz sezgi dediğimiz bir yeti vardır. Her insanda da şu veya bu oranda bulunur. Gece rüyalarımızda ilahi bir armağan olarak gelecekle ilgili bilgiler de sunulabilir. Ruh, Allah’tan (c.c.) bir nefha (soluk) olduğu için böyle olağanüstü özelliklere sahiptir. Levh-i Mahfuz’la iletişime geçebilir. Bilindiği üzere Levh-i Mahfuz da gelmiş geçmiş herkesin ve her şeyin bütün bilgilerinin kayıtlı olduğu bir manevi alandır. Ama sözünü ettiğimiz gösterilerde genellikle birinin gizli bir yerde yazdığı şeyler açıklanır. Tabii bunun sezgi ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Sezgide bir belirsizlik, aşağı yukarı bir tahmin söz konusu iken ilgili gösterilerde gizlenen soru tıpkısı ile belirtilir. Cevabı da genellikle dosdoğru verilir. Bunda hiç kuşkusuz cinlerden yararlanılır. Böyle bir yeteneğe sahip olan kişi de medyumdur. Yani cinlerle rahatlıkla iletişim kuran birisidir. Altıncı hissi olduğu masalı ile de insanların dinden sapmasına ve itikadi bir bozukluğa düşmesine çalışılır. Başkalarının gizli bilgilerini öğrenmek istemek, zanda bulunmak, insan üstü bir güce sahip olduğunu sanmak dinde büyük günahlar içerisinde yer alır. Bu açıdan el-Latîf güzel isminden sonra el-Habîr güzel isminin gelmesi de çok anlamlıdır. Çünkü her şeyden ancak Allah (c.c.) haberdar olur. Bu haberi de dilediği kullarına dilediği miktarda iletir.

 

            El-Latîf güzel ismi ile kulun üzerine düşen görev, Allah’a (c.c.) gizli açık lütufları için şükretmek; O’nun en ince sırlara vakıf olduğunu, en şeffaf varlıklara hükmettiğini, bizleri de bu varlıklarla imtihan ettiğini bilmektir.