52. el-Hakku (Allah gerçeği ortaya serer, yalanı, yanlışı geçersiz kılar):

 

Allah (c.c.) haktan yanadır. Her zaman haklı kazanır. Bazen haksız olan kazanıyor görünse de mutlaka sonuçta haklı olan galip gelir. Yalnız hakkın ahirete bırakıldığı durumlar da vardır.

 

İlahi adalet hep haktan yana ilerler. Batılın bazen galip gelmesi  bir imtihan sırrıdır. Allah’ın (c.c.) gerçek inanan kulları ile kalbinde kuşku bulunanları birbirinden ayırdığı bir süreçtir. Böyle bir durumda iken mümin haktan hiç kuşku duymaz, onun bir gün tecelli edeceğini bilir. Çünkü hak Allah’ın (c.c.) sözüdür, değişmez.

 

Duyu organları ile algıladığımız her varlık, olay, olgu ile Allah’ın (c.c.) el-Hakk güzel ismi tecelli eder. Onun için gerçekle hayali birbirine karıştırmamak gerekir. Gerçekte el-Hakk güzel ismi tecelli ederken hayalde arzularımız, düşüncelerimiz boy gösterir. Şahitlik, gerçeği temel alır. Adalet hakkı ortaya çıkarmak uğraşısıdır. Hakkın lehine şahitlikten kaçınmak ise büyük bir vebaldir: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhinde bile olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun (Nisa suresi, ayet 135).”

 

Hakkın karşısında batıl bulunur. Batıl daima değişmeye mahkumdur. Çünkü insan kafasının ve arzularının mahsulüdür. Hayallerden doğmuştur. Gerçekle bağlantısı yoktur. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de batıl için şöyle buyurmaktadır: “O gökten yağmur indirir de vadiler, dereler kendi ölçülerince dolup sel olup akar. Sel, suların üstünde kabaran köpüğü alıp götürür. İnsanların süs veya bazı eşyaları yapmak için ateşte erittikleri madenlerin de buna benzer bir köpüğü vardır. İşte Allah, hak ile batılı böyle bir temsil ile anlatır: Köpük yok olur gider, insanlara yararı olan cevher kısmı ise dipte kalır. Allah işte böyle misaller verir (Ra’d suresi, ayet 17)”

 

El-Hakk güzel ismi Allah’ın (c.c.) varlığının delillerle ispat etmeye gerek duyulmaksızın apaçık olarak ortada olduğu anlamına gelmektedir. Her şey O’nun sıfat ve güzel isimlerinin tercümanlığını yapmakta, O’ndan söz etmektedir. Buna rağmen yüce Allah (c.c.) rahmetinden peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. Peygamberler hem mucizeleri hem birbirlerini aynı dava ile tasdik etmeleri hem de örnek ahlakları ile hak olduklarını ispat etmişlerdir. Kutsal kitaplar, özellikle Kuran-ı Kerim ise Allah’ın (c.c.) sözü olduğunu her ayetiyle gönüllere, akıllara duyurmaktadır. Kuran-ı Kerim’le Allah’ın (c.c.) el-Hakk güzel ismi adeta tecelli etmiştir. Ondaki her bilgi, hüküm, hikmet ezeli ve ebedi olan Allah’a (c.c.) aittir. Allah (c.c.) her şeyi en doğru bilendir. O’nun bilgisinde bir değişme, yanılma ve eksiklik olmaz.

 

Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bazı hakları belirlemiştir. Bazı hakları ise toplumların, medeniyetlerin, insanlığın gelişmesine bırakmıştır. Bunlardan birincisine kısas örneklenebilir. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de ölen kişinin velisine kısas veya diyet alma (kan bedeli) hakkı tanımıştır. İkincisine de köleliğin kaldırılması örnek olarak verilebilir. İslam dini köleyi özgürlüğüne kavuşturmayı büyük bir iyilik olarak teşvik etmiş, doğabilecek olumsuzluklardan ötürü de onu tek taraflı kaldırmak istememiştir. Çünkü savaşların kazanılıp kaybedilmesinde öldürülme kadar esir olup yaşamını köle olarak sürdürme kaygısı da çok önemli bir rol oynamaktaydı. Bu kaygıdan karşı taraf kurtulursa daha cesur hareket edebilecek, Müslümanların kaygısı da şiddetlenecekti. Dünya uluslarının ortak bir antlaşması ile köleliğin kaldırılması bir insan hakkıdır. Allah’ın (c.c.) el- Hakk güzel isminin tecellisidir.

 

Allah (c.c.) dışında olan her şey aslında yoktur. Yoktan yaratılmışlardır. Ama görünüşte varlıklar vardır ama Allah (c.c.) yoktur. Gerçekte var olan sadece Allah’tır. Bu nedenle mutasavvıflardan benliğini Allah’ta (c.c.) yok etme makamına ulaşanlar (fenafillah ehli), bu gerçeği  görmüşler, yani aslında kendilerinin yok olduğunu, Allah’ın (c.c.) var olduğunu farklı bir bilinç düzeyiyle algılamışlardır. Bunun üzerine bazıları ilahi aşkın verdiği sarhoşlukla kendinden geçip “Enel-Hakk (Ben Hakk’ım)” demişlerdir. Bu sözle onlar Allah (c.c.) olduklarını veya ilahi bir özellik kazandıklarını değil kendi varlıklarının ortadan kalkıp el-Hakk olan Allah’ın (c.c.) kendilerinde tecelli ettiğini vurgulamışlardır.

 

El-Hakk güzel ismi ile kula düşen görev, hakka şahitlik yapmaktan kaçınmamaktır. Hakkın tecellisine çalışmaktır. Hakkı haklıya vermektir.