99. es-Sabûru (cezaları erteleyen, çok sabırlı):

 

            Allah (c.c.) kullarının günahlarına karşı çok sabırlıdır. Hemen cezalandırmaz. Onların yola gelmeleri için süre tanır. Bu zaman zarfında onları anlayacağı dillerle uyarır.

 

Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de kullarını hemen cezalandırmamasının nedenini şöyle açıklamaktadır: “Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı dünyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir (Fâtır suresi, ayet 45).”

 

Es-Sabûr güzel ismi, el-Halîm güzel ismine anlam olarak çok benzer. Ama aralarında bir anlam ayırtısı da bulunmaktadır. El-Halîm güzel isminde kulların günahlarını hemen cezalandırmamanın yanında bunlardan vazgeçme, bağışlama gibi bir anlam inceliği söz konusudur. Çünkü el-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle (altı ayrı ayette) el-Gafûr güzel ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Oysa es-Sabûr güzel isminde sadece kullarının günahlarını hemen cezalandırmama, sonraya bırakma anlamı bulunmaktadır.

 

Peygamberimiz (s.a.s) Allah’ın (c.c.) sabrı hususunda şöyle buyurmuşlardır: “İşittiği ezaya Allah’tan daha sabırlı hiçbir kimse yoktur. Çünkü O’na çocuk isnat ederler. Sonra O, yine bu kimselere afiyet ve rızık veriyor.”

 

Allah (c.c.) evrene, yeryüzüne sabrı ile tecelli etmiştir. Şöyle ki: Kutsal kitabında yerleri ve gökleri altı günde yarattığını bildirmiştir. Gece gündüz, mevsimler birbirlerini yavaş yavaş karşılarlar. Bitkiler, hayvanlar, insanlar gözle takip edilemeyen bir yavaşlıkla büyürler, gelişirler. Halbuki Allah (c.c.) dileseydi tüm bu işler bir anda da olabilirdi. Ama O’nun ezeli hikmeti bu gibi şeylerde sabrın tecellisini öngörmüştür.

 

Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Sabır, imanın yarısıdır.” Bu açıdan sabır, Allah’ın (c.c.) güzel bir ahlakıdır. Bir mümine de bu ahlakla olmak yaraşır. Ama insanda nefsani bir zayıflık olarak acelecilik, isyan, nankörlük, tahammülsüzlük, zevk ve eğlenceye düşkünlük, sıkıntılara katlanamama gibi sabra ters düşen özellikler bulunmaktadır. Bu açıdan sabır ahlakını edinmek için insanın kendisi ile mücadele etmesi, kendisini aşması gerekmektedir. Bu da haliyle her insanın yapabileceği, üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Bunun için müminler genellikle Allah’ın (c.c.) kendilerini sabırla imtihan etmemesi için duada bulunulurlar.

 

Allah (c.c.) bir kutsi hadiste şöyle buyurmuştur: “Kullarımdan bir kuluma bedeni, malı veya evladı yüzünden bir musibet verirsem o da bunu sabr-ı cemil (kimseye şikayette bulunmama, kaderine razı olma hali) ile karşılarsa kıyamet günü kendisi için terazi kurmaktan veya amel defterini açmaktan haya ederim.”

 

Sabır üçe ayrılır: a. Günahlara sabır: Nefis günahlara düşkün bir yapıya sahiptir. Onların çoğundan zevk alır. Günahlardan el çekmek Allah (c.c.) korkusu ve sabırla olur. b. İbadetlere sabır: İbadetlerin nefse ağır gelen bir yapısı vardır. Ama onlara devam etmekle bu zorluk aşılır. Zira nefis alıştığı şeyi yapamadan da edemez. c. Bela ve musibetlere sabır: İşte gerçek sabır böyle anlarda gösterilir. Hastalıklar, sıkıntılar, âfetler, kazalar, belalar … insanların ağır bir biçimde imtihan edildiği zamanlardır. Bu sıralarda sabır gösterilirse Allah’ın (c.c.) kullarına karşı şefkati de hissedilir. Böyle bir anda iken vesilelere takılmadan Allah’ın (c.c.) iradesinin tecelli ettiğini gören, kadere teslim olup rıza gösteren, haline şükreden birisi büyük bir ecir kazanır. Bu belki de ahireti için bir kurtuluş olur.

 

Bir işe başlarken nasıl besmele, yemekten sonra elhamdülillah çekiliyorsa bela ve musibet anında da “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz muhakkak Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz)” dememiz gerekir. Bu zikir bir ayet-i kerimede anıldığı için (Bakara suresi, ayet 156) böyle bir durumda iken onu söylemek üzerimize farz veya en azından vacip olmaktadır.

 

Bir hadis-i şerifin işaretiyle de anlaşıldığı üzere sabır bela ve musibetin karşılandığı ilk anda gösterilir. Daha sonra bela ve musibete insan ister istemez katlanır. Ama ilk an imtihan için uygundur. Tepkimiz Allah’ın (c.c.) rızasına uygun biçimde olursa ilgili cümle ağzımızdan çıktığında başa gelen bela ve musibet bir ibadet hükmüne dönüşür. Bu anda mümine verilen ödül çok büyüktür: “Ancak sabredenlere ödülleri hesapsız olarak verilecektir (Zümer suresi, ayet 10).”

 

Tabii insan unutkandır. Bela ve musibet anlarında Allah’ı (c.c.) unutabileceği gibi ilgili cümleyi de söylemek hatırına gelmeyebilir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde geçmişteki bir bela ve musibeti akla getirerek  “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz muhakkak Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz)” zikrini sonradan tekrar eden kimseye de bela ve musibetin ilk anında söylenmesine eşdeğerde sevap verileceğini belirtmektedir.